13 Temmuz 2012 Cuma

İlk Aşk

 
*** Bu yazı mazoşist öğeler içermektedir.  Mutlu bir aşk hikayesi beklentisi ile okunmamasını rica ederim.
1996 yılının yazında anneannnemlerin yazlığında karşılaşmıştım ilk aşkımla demeyi çok isterdim. Ama zaten 96 yılının yazında aşık olmaktan çok uzak, sokak çocuğu kıvamında takılan, amerikan traşlı, erkek gibi kız tanımlamasını üstüne cuk diye oturtan bi çocuk olduğum için bu kadar mutlu başlamadı. Bu tanımlamadan çok uzaklaşmadan liseye başladığım 98 yılının Şubat ayında başladı hikayem.
Liseye başladığım yıldı. 3 yıl boyunca giyebileyim diye 2 beden büyük alınmış eteğim ve aynı sebeple büyük alınmaya çalışıldığı için kız reyonunda bulunamayıp erkek reyonundan alınmış ceketim ve iri yarı kalıbımla genç kız tanımlamasının çok dışında hilkat garibesinin tam göbeğindeydim. Bu sebepten midir bilmem okuldaki hiç bi çocuk benim için bi anlam ifade etmiyorken ismini okula başladığım an itibari ile çok sık duyduğum, siniri ile meşhur, matematik öğretmeni Hamzettin’in (gerçek ismi de buna yakın olduğundan çok bişi farketmez kod ad kullanmak) görür görmez çarpılmıştım. Şimdi fotoğraflarına baktığımda ben çirkin erkek fetişiyim dememe sebep olacak kadar çirkin bi adamdı Hamz. Orta boylu, zayıf, bıyıklı, kel ve gözlüklü bi adamdan yakışıklı bi aşk çıkarmak benim hayal gücümün azizliğiydi.
Hayatımın ilk dayağını Hamz’dan yedim, elimde sopanın izi şeklinde morluk oluşturacak kadar kuvvetli bi darbeydi,  bi hafta elimdeki morluğu öperek gezdim. Sınıfta herkesin içinde bana senden insanlar tahtayı nasıl görüyo kocamansın dediğinde benimle muhatap oldu diye sevindim. Dersten o çıkar çıkmaz tahtayı öpüp yazdığı yazıya kurban oldum. Dikkatini çekmek için sormadığım soru, yapmadığım anlamsızlık kalmadı yine de başaramadım. Taa ki bir bahar akşamüstüne kadar...
Okul çıkışı, yurtta kalan arkadaşlarımı görme bahanesiyle (Hamz’ın yurtta o gece nöbetçi olması ile konunun alakası yok) ilk kez formam dışında bir kıyafetle okula gittiğim gündü. Yurttan içeri girdiğimde nöbetçi odasında, arkası kapıya dönük bi halde oturuyodu, titrek sesim ve tüm aşkımla iyi akşamlar hocam dediğimde kafasını çevirdi ve sanırım bir dakika kadar bakakaldı. O baktı ve ben bi kez daha aşık oldum.
O zamanlarda da çabuk gaza gelen bi kız olduğum için ve bakıştan aldığım cesaretle, ertesi gün kendisine çiçek götürüp aşkımın ilk sinyalini vermeye karar verdim. Sabah bahçelerden çaldığım çiçekleri hocam size getirdim diye uzattım mutlu oldu (veya bana öyle geldi), mutlu olduğunu farkedince her gün çiçek çalmaya başladım. Hikayemiz bi rutine oturmuştu O herkesin içinde bana hakaret ediyor, O hakaret ettikçe ben mutlu olup O’na çiçekler çalıyordum. Sonra çiçekler kesmemeye başladı kendisine tehdit içerikli aşk mektupları yazmaya başladım. Odasının kapısının altından attığım mektuplar genelde kıskançlık krizlerimi anlatan ve sonunda hep intihar edicem tehditi içeren çocukça aşk mektuplarıydı. Mektuplarıma çiçekler kadar tahammül edemedi  galiba. Ve sonunda beni uyarmaya karar verdi. Çağırıp sakin sakin benim kendisini çok sevdiğimin farkından olduğunu ve bir öğretmen olarak öğrencisinin kendisini bu kadar sevmesinden mutlu olduğunu, ama yanlış anlaşılabileceği için anlamsız hareketler yapmamamı rica etti. Bu yıkıma dayanamayıp laboratuar dersinde aşkımın acısından elimi (aslında parmağımın ucunu) lamelle 3 kez falan çizerek tavrımı belli ettim. Aylarca süren bu anlamsız hareketlerle sonunda kendisi ile bir parça yakınlaşmayı başarmıştım. Ama tam zafere ulaşıcakken yaz tatili geldi. Neyse ki yaz tatili öncesi okulum hayatının en anlamlı hareketini yaparak bizi yanımızda Hamz ile geziye göndermeye karar verdi. Otobüste herkesin uyuduğu ve benim aşkımdan uyuyamadığım saatlerden birinde yanının boş olmasından faydalanıp hemen ilk yakın temasımı kurdum kendisiyle. (o zamanlar bu işler zormuş, 2 yıllık çaba sonrası yanına orutabilmişim adamın) İlk kez tatlı tatlı sohbet ettik o gece. Ne konuştuk hatırlamıyorum ama gün ışıyıp otobüs mola verene kadar  konuştuk işte. Mola sonrası yanını yine benim için ayırmıştı. Oturdum o sırada radyoda çalan şarkının ne demek istediğini sordu bana. Konuyu aşka bağlamak işime geldiğinden midir, yoksa gerçekten aşkla mı ilgiliydi adamın aşkı bulmasını anlatıyo dedim. Döndü:
-Sen hiç aşık oldun mu verystone?
-Hayır hocam. (İç ses: hocam kurban olurum aşkınızdan ölüyorum)
-Ben de.
- Nasıl yani karınız?
-Ben O’na aşık diilim ki.
Tam hayatımın cümlesini duydum diye düşünürken otobüs şöförümüz her şeyi mahvedecek hareketi yaptı ve yanlış bi sollamaya imza attı, otobüs hafif bi sarsıntıyla tehlikeyi atlatmaya çalışırken ilk aşkımdan ilk aşk ilanı geldi:
- Dur napıyosun tam gerçek aşkı bulmuşken, yapılır mı bu ?
Şok, mutluluk, zafer çığlıkları hiç biri olmadı. Bitti... 2 yılımı verdiğim ilk aşkım, yalandan belki de laf olsun diye kurulmuş bi cümleyle bitti. Olmuştu işte Hamz’da bana aşık olmuştu, acı çekmeme, çaba harcamama gerek kalmamıştı. O vakitten sonra gezi tüm anlamını yitirdi benim için. Hakkını yemeyim Hamz tüm gezi boyunca çok ilgilendi benle. Hatta herkesi sinir edicek kadar belli etti ilgisini ama mutlu olmadım. Döndük geziden yaz tatilinde aklıma bile gelmedi. 3. Sınıfa başladığımda ilk aşkım yeniden sadece matematik öğretmenimdi.
Nasıl başlarsa öyle devam ediyo bu işler galiba. İlk aşkı tutkuyla başlayıp, acılarla devam edip, pat diye biten birinin korkulan adamlara duyduğu yaklaşma isteği  aşk o yüzden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder