31 Aralık 2016 Cumartesi

İyi Seneler!!!

             Son iki saatini de atlatırsak bitmez dediğimiz, türlü lanetlerle dolu, ismi tarihimize felaketlerle yazılacak, bundan yıllar sonra tarih derslerinde herkesin nefretle anacağı 2016’dan kurtulacağız. Gelen gideni aratmasın inşallah. Baltalı ilahlık gibi olmasın ama yarın sabah uyandığımızda da hayatımızda her şey mükemmel olmayacak ama umut işte…

               Yok korkmayın oturup senenin bu son gününde yine melankolinin dibine vurmıycam. Şu saatte yazı yazacak kadar boş olmam da kaygılandırmasın kimseyi keyfim çok yerinde. Yeni yıla girerken beylik kararlar almayı, seneye her şey bambaşka olacak demeyi, büyük konuşmaları bi kenara bıraktım. Tek bir şey yapıyorum bu gece affediyorum…

               Hayat işte çok fantastik anlamlar yüklemek için çok kısa, çok takmak için çok uzun. Bugüne kadar kendimle getirdim tüm kızmışlıklarımı, kırılmışlıklarımı, hayal kırıklıklarımı bana sadece yük oldular. Tek işe yaradıkları şey başıma gelen felaketlerde bahanem olmalarıydı. Bu yükü taşıyarak kendime daha fazla eziyet etmek de istemiyorum. Oturdum düşündüm salla gitsine bağladım hepsini. Hatta bu konuda kendimi o kadar aştım ki babamı bile affettim bu gece. (Hoş bunda kendisinin son fotosunda yaşadığım “Ulan adam şahane görünüyo, ettiğim tüm beddualar bana girmiş” hissinin de etkisi var ama olsun). Affetmek geride bırakmayı gerektirir, öyle yapıyorum ben de biten yılla geride bırakıyorum bu gece…

               Ve evet ben biten yılla arkamda bırakıyorum her şeyi. Kendi hayatını seçip benim hayatımda mış gibi olanları, bütün bi yıl bi kere olsun seni seviyorum cümlesini kurmamışları, gözümün içine bakarak canımı acıtanları, arkamdan sallayıp yüzüme mükemmeli oynayanları, yalanlarını yüzüne vurmaya utandıklarımı, özgüvenimi kırmak için elinden geleni yapanları, çıkarları için beni yanında tutmaya çalışanları, fesatlıkta çığır açanları, ah bi düşse de burnu sürtse diye bekleyenleri, her fırsatta tarzıma – tavrıma karışanları, beni hiç sevmeyecek insanları, acılarımı, beklentilerimi, küskünlüklerimi ve değersizleştiren herkesi her şeyi geride bıraktım.

               Bi değişiklik yapıp en çok kendimi severek başlıyorum yeni seneye. Biliyorum ki hiçbi şey benden kıymetli diil. Hiçbi şey üzülecek kadar gerekli de diil. Yanıma ailemi, sevdiklerimi, dostlarımı, kendi doğrularımı ve kendimi alarak giriyorum yeni yıla. Belki hayatımda hiçbi şeyi değiştirmeyecek ama keşke de dedirtmeyecek biliyorum…En azından deniyorum…

                İyi Seneler!


         ***Okurken dinlenilesi şarkı için bknz: https://www.youtube.com/watch?v=Z8aqzdARZns

23 Ekim 2016 Pazar

Ne Farkeder?

           Son dönem hayatımda olup biteni pek anlatmıyorum. Farkındasınız bi çoğunuz beni her gördüğünüzde sizi eğlendirecek bi kaç hikayem oluyo. Onlarla geçiştiriyorum sohbetlerimizi. Derine inmek istemeyince karşılıklı olarak hayatımda her şeyin yolunda olduğuna inanmış gibi yapıyoruz. Ama biliyorum ki büyük bi çoğunuzda kaygılı bi merak, bi kısmınızda insan olmanın verdiği o ufak dedikodu hevesi, aklınızda tutamayıp bana da sorduğunuz aynı sorular: Verystone sen neden bu kadar zayıfladın? Uykusuz musun? Ve en can alıcısı sen iyi misin?

           Hayır, iyi diilim ben. Son zamanlarda hiç olmadığım kadar kötüyüm belki de. Evet bi şekilde eğleniyomuş gibi yapıyorum, eğlendiriyorum da sizi ama ben artık eğlenmiyorum. Saçma sapan uykular uyuyorum, yemek yemek zulüm gibi, geceleri uyurken dişlerimi o kadar çok sıkıyorum ki sabahlarım hep acıyla başlıyo, çok uzun zamandır ben içime içime ağlıyorum. Eskisi gibi avutup oyalayamıyorum da kendimi.

            Sebeplerin hangisinden bahsedeyim bilmiyorum ki. Kırgınlığımdan yüzünü görmek istemediğim ama sıklıkla görmek zorunda kaldıklarımdan mı, bunca zamandır hayatımda olmasına rağmen aylar önce tek bi şey istediğim ve bunu da yapmadığı için pişman olmayanlardan mı, beni hiç anlamayan, hiç anlamayacak olanlardan mı, hayatımın tam orta yerine aldığım ama bunun için zerre sorumluluk hissetmeyenlerden mi, yaptığım incelikleri görevim gibi görüp bi eyvallah bile demeyenlerden mi, hiç derine inmeden ne giydiğimle ilgilenenlerden mi, samimiyetimi suistimal edenlerden mi, tüm enerjimi sömürüp en ufak mutsuzluğumda şikayet edenlerden mi, değmeyecek insanlar için kendimi paralamamdan mı, vakit kaybetmelerimden mi, bu aralar sıklıkla aklıma düşen babamdan mı, umursanmayışlarımdan mı, kayıtsızlıklardan mı, kıyamadıklarımın bana en çok kıyanlar olmasından mı, attığım mesajları ciddiye almayanlardan mı, korkularımdan mı? Ne farkeder?

            Evet, iyi diilim ben. Bu ne bi ilgi çığlığı ne bi serzeniş. Bu bana sorulan soruların cevabı sadece. Paniğe mahal yok çook düştüm çok kalktım. Yine bulurum tutunacak bi dal kendime yine kalkarım ayağa. Yine çınlatır şen kahkahalarım ortalığı. Zaman sadece biraz zaman...

***Okurken dinlenilesi şarkı için bknz:https://www.youtube.com/watch?v=k8IcSt8hKfA





         

23 Eylül 2016 Cuma

Benim!

         32 yaşımdayım. Şöyle bir arkama baktığım zaman çok emin bi şekilde söyleyebileceğim tek şeyin "32 yıllık hayatım boyunca hiçbir şeye sahip olmadım" olması böyle lönk diye söyleyince acı gelebilir belki ama acı diil işte anlatıcam sebebini...

         Kendime ait hiçbir şeyim olmadı benim yaşadığım hayat bile çoğu zaman o sırada olmam gereken kişi kimse O'nun hayatı. Bir sürü rol, bir sürü maske, bir sürü kimlik gerekeni seç hayatına devam et. Sadece manevi diil maddi olarak da bir şeye sahip olmadım umrumda mı derseniz yok hiç diil. Üstelik bendeki derviş ruhu bile diil bendeki bildiğin büyük bir boşvermişlik. Hani şöyle oturup aklı başında düşünsem biraz hepsi için ben de minnak acılar çekerim belki ama tek bir sahip olmama hissi uğruna iyi ki derim. Sevdiğim kimsenin sahibi olmamak.

         Evet sevdiğim kimsenin sahibi olmadım ben ha ait oldun mu derseniz belki göstermedim belki hissettirmedim ama en çok ben ait oldum sevdiklerime. Ama işte ben sevebildiğim kimseyi sahip olacak kadar az sevmedim. Ne olursa olsun benim olsun diyemedim. Bıraktım hep bana ait olmasın, mutlu olsun, kendi olsun, kimle olmak istiyosa onla olsun, bana verilmiş sözleri, zorunlu hissetmeleri, çıkmazları, darlanmaları, açıklamaları, sıkıştığı yerde yalanları olmasın, iyi olsun, iyi ki olsun...

         Sahip olmaya inanmadım belki ama beceriksizce elele tutuşmanın hakikatine, yanından geçerken değmenin ateşine, sesini duymanın karna hücum ettirdiği kelebeklere ve her karşılaşmada yeniden başlayan güne inandım ben. Dertleriyle dertlenmeye, yerine sevinmeye, kilometrelerce uzakta O'nun canı sıkkınken içimin yanmasına, gözlerinin içinin gülmesiyle mutlu olmaya inandım. Hiçbirine sormadım ben neyim, kimim, kiminim verileni aldım hikayenin kalanını kendim tamamladım. Kimseyi hiçbir şeye zorlamadım kimseden söz almadım. Kendi sadakatimden emin oldum belki ama kimsenin sadakatini sorgulamadım. Benim deyip sahip çıkmadım. Gitmek istediği zaman gitti hepsi ve döndü pek çoğu tekrar. Ne gidene neden dedim ne gelene niye...

    Ben herkesten çok sevdim ama sevdiklerimi öyle çok sevdim öyle farklı sevdim ki o başıboşluğu kaldıramadı hiçbiri. Ve gitti hepsi bir şekilde ait olmayı seçti ve ben gururla hep aynı şeyi söyledim içimden "Ben seni sahip olmayacak kadar çok sevdim...

Okurken dinlenilesi şarkı için bknz: https://www.youtube.com/watch?v=urBxPT_gT2A

13 Ağustos 2016 Cumartesi

İkinci Şans!

   
          Bugün tam 15 gün olmuş...

          Bu cümleyi kendim kurabildiğim için ne kadar şükretsem az. Eğer o ikinci şans verilmeseydi belki aile içinde sessiz odalarda belki arkadaş sohbetlerinde akla geldiğimde birileri bu cümleyi kuracaktı "Verystone gideli tam 15 gün olmuş günler ne çabuk geçiyo" ve hakkaten günler olanca hızıyla geçecekti.

          Valizim açıldığında en sevdiğim şehirde bulduğum ilk boşlukta aldığım yeni elbiseler çıkıcaktı içinden. Kırılmış bir notebook, daha alalı 1 ay bile olmadığı için hala kutusunda muhafaza ettiğim ayakkabılarım, makyaj malzemelerim, en sevdiğim parfüm bi ben olmayacaktım. Birilerinin içi yanacaktı muhakkak birilerinin umrunda olmayacaktım bile...Birileri keşke olsaydı diyecekti birileri yokluğumu farketmeyecekti...

         15 gün önceydi...O kadar saçma bir programla çıkmıştık ki yola. Ama gidilen şehir İzmir olunca   görmedi gözüm hiçbir şeyi. Ki normalde bilir insanlar hengameli toplantı programları benlik değildir. Ben zaten hiç çalışkan bi insan olmadım. Hiç aynı güne 3 farklı şehir sıkıştıracak kadar çalışmadım. Ama diyorum ya İzmir vardı işin ucunda. İki günlük bir toplantı programı 3 farklı şehir. ilk günü tam hayal ettiğim gibiydi. Kordon'da yapılan nefis bir kahvaltı, keyifli sohbetler, alışveriş yapacak kadar boş vakit. Güzel bir akşam yemeği ne gam...Yok yalan olmasın ufak bir iç sıkıntısı aramasını beklediğin insan aramadığında oluşanından onun dışında her şey güzel...Ertesi gün 6:30'da çıktık yola. Günün ilk kahvesi bile içilmemiş. Yol uzun değil navigasyon 2,5 saat diyo benim hedefim 2 saatte gitmek. Gidebilmek için her şey uygun güzel bir araba, iyi bir yol arkadaşı, radyonun çektiği kadarıyla dinlenebilen müzikler...08:15 yavaşla dedi yol arkadaşım yolda mıcır var. Direksiyon istediğim yöne dönmüyo bile. Sol şeritten sağa doğru istemsizce gidiyo araba biraz mücadele ettim ama o kadar anlamsız ki...Ağır bi beton zemine çakılma hissi sonra arabanın içinde hiç geçmeyen zaman aslında çok anlık biliyorum ama bitmiyo arabanın dönmesi sesim çıkmıyo karabasan çökmüş gibi daha doğrusu bağırmak bile gelmiyo içimden böyle bi şey galiba ölmek diye düşünüyorum. Film şeridi yok, sevdiğim insanlar geçmiyo aklımdan sadece yolun sonu ve yanımdakini de öldürüyorum azabı...Ve bitti...Çıktık arabadan, canım acıyo ama hep aklımda aynı şey ben bizi öldürüyodum. Kime haber vereceğimi bile bilmedim o anda içimden tek bi insana haber vermek geçti iyi de banane der diye korktum. Ölümden dönse bile insanın kırılmaktan korkuyo olması da acaip tabi.

        Sonrası rutin işte jandarma, ambulans, hastane olayın şoku. İlk gece hastanede yalnız kalana kadar farketmedim bile ne olduğunu. Etraftan çokca duyulan ucuz atlatmışsınız ve Allah korumuş cümleleri. Yalnız kaldığım ilk anda ağladım saatlerce ben bugün ölüyodum ve şu anda yapayalnızım diye çok acıdım kendime saçma belki ama ne kazaya ne acıyan canıma ne olayın büyüklüğüne bildiğin yalnız oluşuma ağladım. O serumu başucumdan alıp kucağımda taşımama, yatarken boynuma destek yapacak kimse olmayışına, içimin kanamasına...

        Geçti hepsi sonunda...Bugün tam 15 gün olmuş o saçma kaza olalı. Söylenenlere göre ben birilerine bağışlanmışım...Belki bu sefer biraz akıllanırım diye bi hak daha almışım. Değişir mi bi şey sanmam tek bildiğim şükür hayattayım...



9 Nisan 2016 Cumartesi

Jübile!


       Ben her bahar aşık olurum diye konuya giriş yapmak çok isterdim. Ama bu kadar büyük yalana gerek yok. Malum bahar geldi etraf aşk böceği, sevgi pıtırcığı çiftlerle doldu taştı. Çok değil bir yıl öncesine kadar ben bu çiftleri gördükçe lanet gelsin çığlıkları atar, görmemek için ne yapacağımı şaşardım. Ama işte yaş kemale erdiğinden midir yoksa kanıksama mıdır bilmem bu yıl etraftaki sevgi pıtırcıkları bende jübile yapma hissi uyandırdı.

       Evet bildiğin jübile yapmak istiyorum ben. Görüyorum büyüdükçe o deli deli aşık olma halleri kalmıyo insanda. Daha aklı başında, daha ayakları yere basar, daha hesaplı sevmeye başlanıyo. Şu yazıyı yazarken nesquikli süt içebiliyoken ve hala mantığımın devreden çıkması mümkünken bu bahar ben son kez birini böyle deli deli seveyim istiyorum. Sevgi dediğin de ben seveyim deyince olan bi şey değil biliyorum ama evrene mesajımı yine yazılı veriyorum işte.

       Öyle bi adam çıksın ki karşıma;

       Deli deli sevme hallerim O'nda göt kalkıklığına sebep olmasın, ulan ne seviyo beni be diye geçirsin içinden ama koz olarak kullanmasın,
        Söylemeyim sürekli sevdiğimi ama O anlasın. O'nun için yaptıklarıma şaşırsın manyak bu kız yapsın,
        Sürprizlerime, hediyelerime alışsın öyle teferruatlı teşekkürlere gerek yok bi eyvallah yapıştırsın ama gözleri parlasın,
        Şefkatle sardığımda anneme bağladı diye geçmesin içinden alsın o şefkati yaralarını sarsın,
        İlgi istesin benden, gelsin saatlerce derdini anlatsın, vaktimi alsın,
        Saçma mesajlarıma, ses duyma aramalarıma, özledim çığlıklarıma şımarsın yüzüme olmasa da içime iyi ki var hissi yaşatsın,
        Olaya küçük bi çocuğun sevilme tepkisiyle yaklaşsın, sevilmesi beni hep daha çok sev arsızlığına varsın,
       
        O bana bunların hiç birini yapmasın ama bilsin;

       Dondurmayı en çok vişneli ve sade sevdiğimi,
       Çayı, kahveyi şekersiz içtiğimi,
       Kokan yiyecekleri yemediğimi,
       Çilek yediğimde kaşındığımı, bazı içeceklerin dudağımı şişirdiğini, kalamar yediğimde kurbağaya benzediğimi,
       En sevdiğim yemeğin içli köfte, en sevdiğim rengin siyah, uğurlu sayımın 7 olduğunu,
       Moduma göre parfüm sıktığımı ama en çok Tom Ford sevdiğimi,
       En sevdiğim mevsimin yaz olduğunu,
       Gözümün içinde bir hare olduğunu ve güneş vurduğunda ortaya çıktığını,
       Gerçek gülüşümün gevrek kahkahalardan oluştuğunu ve ağlamamın çook zor olduğunu,
       Sevdiğim bi şey olduğunda Uuuu Beybi diye çığlık attığımı ve mutsuz olduğumda alt dudağımın düştüğünü,
        En sevdiğim kitabın Çalıkuşu olduğunu, Aşk-ı Memnu'yu defalarca izlediğimi ve en sevdiğim filmin Pretty Woman olduğunu,
        Heyecanlandığımda kıpkıp olduğumu, iltifat aldığımda konu değiştirdiğimi, kendime yürümemin mutlu olmanın bi göstergesi olduğunu,
        Ve en önemlisi O'nun için bi şeyler yapmaktan zevk alıyosam başka hiç kimse için bi şey yapma heyecanı duymadığımı,

         Ama bunları bildiğini de sokmasın gözüme. İnce ince göstersin yeter bana.

        Sevgili evren daha 30'ların başında kabul edilirken ve hala sevecek yerlerim sağlamken diyorum ki belki bu bahar bana bi kıyak yaparsın. İlişki yaşama opsiyonu saklı kalmak koşuluyla önüme böyle bi adam atarsın. Sağlam bi jübile yapar, mantıklı bir ilişki yaşadığımda bu günleri anarım olmaz mı?
       

Okurken dinlenilesi şarkı için bknz:https://www.youtube.com/watch?v=DiQcRvCVCUA
     

6 Şubat 2016 Cumartesi

Coyote Sendromu!



Çok uzun zaman olmuş kendim için yazmayalı. Kusura bakma sevgili okuyucu bu sefer kendim için yazıyorum…

Alemlerden geri kalıp kendimi eve verdiğim cumartesi gecesinde tam da yapılabilecek en kızsal aktiviteyi yapıp Romantik Komedi filmi izlerken kendimi keşfetmeyi beklemiyordum. Ama işte içsel yolculuk da böyle bir şey olsa gerek hiç ummadığın anda karşına lönk diye kendinle ilgili bir gerçeğin çıkması. 1,5 saatlik düşünme sürecimin sonucu olarak kendimde keşfettiğim sendromu gururla paylaşıyorum “Coyote Sendromu”…

Evet ben de her çocuk gibi küçüklüğümde Coyote ve Road Runner izledim. Ama benim adamım hep Coyote’ydi. O ismine hiç yakışmayan saflığı, her seferinde kurduğu tuzağa kendi düşüşü, her yenilgisi. Üzüldüğümden midir kendime benzettiğimden midir bilmem Coyote kazansın diye bekledim yıllarca. Olmadı kazanamadı o beep beep çığlıklarıyla ortada dolaşan kuşun oldu zafer.

Yıllar geçti ben büyüdüm. 31 yaşımda bir gece yarısı ikili ilişkilerimde kendimde Coyote Sendromu olduğunu keşfettim. İşte ben de tam olarak Coyote gibiyim dışarıdan baktığında çakal, kurnaz, her türlü oyunu bilen,tuzaklarla göz korkutan ve hatta ördüğü duvarlarla olduğundan bambaşka gibi duran. Hayatıma almaya çalıştığım tüm insanlar da Road Runner işte. Masum, baştan çıkarılan, kendini korumaya çalışan, O’na bi şey olmaz nasılsa diye olabildiğince hoyrat davranan…

Kimin elinde tehlike tabelası görsem yanaşmam, her ateşle yaklaşmaya çakmağım ve hatta ağzımda sigaramla yaklaşmam, yaa bana bi şey olmaz zaten takmıyorum ki diye kendimi kandırmam hep bu yüzden. Yüzlerce canım varmış gibi davranıyorum. Kimseye her seferinde canımın yandığını farkettirmeden. Her düşüşümün, her duvara çarpışımın, her patlayışımın benden götürdüğünü hissettirmeden. Role kendimi o kadar kaptırıyorum ki bazen ben bile inanıyorum…

Ama sonra kendimle kaldığım ilk anda canlarımı sayıyorum. Bu sefer hangisini verdim diye envanter yoklaması yapıyorum. Her bölümde bir canım gidiyo işte. İşin kötüsü kimse anlamıyo da. Anlaşılmadıkça yeni bölüme başlıyorum ben de. Bu sefer farklı bu sefer duvara toslamıycam bu sefer o Road Runner’ı yakalıycam diye hikaye sonlanıyo bana sadece giden bi can ve bi Beep Beep vedası kalıyo.


Çok az kaldı canım farkındayım lütfen bir kez daha Road Runner’a arkadan bakan Coyote olmayayım….

*** Okurken dinlenilesi şarkı için bknz:https://www.youtube.com/watch?v=xGytDsqkQY8